5 Haziran 2012 Salı

Nâzım Hikmet ülkenin birçok yerinde anıldı!


Nâzım Hikmet ölümünün 49. yılında ülkenin pek çok yerinde "iyi ki doğdun" denilerek anıldı.
3 Haziran 1963 yılında aramızdan ayrılan komünist şair Nâzım Hikmet, ülkenin pek çok yerinde "iyi ki doğdun Nâzım" denilerek anıldı.
İstanbul NHKM'de yüzlerce Nâzım dostu buluştu
2 Haziran Cumartesi günü Kadıköy'de bulunan Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde düzenlenen anmada çok sayıda Nâzım dostu sanatçı sahne alırken, hep birlikte "iyi ki doğdun Nâzım" denildi.
nhkmanam-1.jpg
Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin, bir "anma"dan ziyade, "Nâzım’la yeniden buluşma" şeklinde tasarladığı gecede sahne alan birçok sanatçı, büyük şairi onun dizeleriyle andı.
Saat 20.30’da başlayıp, 23.30’a kadar süren etkinlikte, NHKM bahçesi tamamen dolarken, yüzlerce Nâzım dostu etkinliği dış kapı önünde ayakta takip etti.
nazim1_1.jpg
Nazım Antalya'da anıldı
Nâzım Hikmet ölümünün 49. yılında Antalya Nâzım Kültürevi'nde Nâzım dostları tarafından anıldı. Nazım’ın hayatından örnekler veren şair Zekiye Yüksel, “O, işçi sınıfının, halkın katılmadığı hiçbir güzelliğin kalıcı olmayacağını öğretti bize” dedi.
Etkinliğe katılan yaklaşık 200 kişi Nazım Kültürevi’ni doldururken, etkinlik Mehmet Demir’in yönettiği ve Pelin Nesre, Hazal Eltan, Hazal Berfin Tepe, Semra Deli, Cafer Yelsali, Rana Samime Çınar ve Çiğdem Kadak’ın oynadığı tiyatral şiir sunumuyla başladı.
Daha sonra Şair Zekiye Yüksel, Nâzım Hikmet üzerine konuşma yaptı. Yüksel’in ardından Nâzım Kültürevi dostlarından oluşan grup mini konser verdi.
sinopa.jpg
Nâzım Hikmet Sinop'ta anıldı
3 Haziran 1963 yılında kaybettiğimiz komünist şair Nâzım Hikmet, Sinop Nâzım Kültürevi ve Sinop Gençlik Kültürevi tarafından Sinop'ta yapılan bir etkinlikle anıldı.
Sinop Gençlik Kültürevi Müzik Grubu, Nâzım'ın şiirlerinden uyarlanmış şarkılarla müzik dinletisi yaparken, çok sayıda genç de Nâzım'dan şiirler okudu. Gündemdeki son gelişmelerle, Sinop üzerine kısa bir konuşma yapılarak, davetliler Nâzım'ın mısralarıyla mücadeye çağrıldı.
oren-1_0.jpg
Nazım Muğla Ören'de anıldı
Muğla ili Milas ilçesine bağlı Ören beldesinde halk Nâzım Hikmet’i unutmadı. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin katkısıyla ve Ören Belediyesi’nin de teknik desteğiyle hazırlanan anma etkinliğinde halkın katılımı yoğundu. Yaklaşık 200 kişinin katılım gösterdiği etkinlik, Ören’de Yalı Açık Hava Konser alanında gerçekleşti.
Açılış konuşmasının ardından gösterilen Nâzım Hikmet belgeselinden sonra etkinlik, Nâzım’ın şiirleri ve Özgün Aydeniz ve Alper Burak Çan’ın müzik dinletisiyle devam ederken, Sevilay Karaman’da Nâzım’ın şiirlerini seslendirdi.
Melih Cevdet Anday’ın eşi Suna Anday’ın da katıldığı etkinlik söylenen marşların ardından sona erdi.
denizlinazim-1.jpg
Nâzım Denizli'de de anıldı
Nâzım Hikmet aramızdan ayrılışının 49. yılında Denizli'de TKP İl örgütünün düzenlediği etkinlikle anıldı.
Sokakta halka yöneltilen “Nâzım Hikmet Kimdir?” sorusunun cevaplarıyla oluşturulmuş bir video ile başlayan etkinlik müzik ve şiir dinletileri, liseli öğrencilerin konuşmalarıyla büyük bir coşkuyla devam etti.
nazimdasd-1_0.jpg
Nâzım Maltepe’de de unutulmadı
Nâzım Hikmet ölümünün 49. yılında, Maltepe Beşçeşmeler Meydanı'nda bulunan Nâzım Kültürevi'nde, "iyi ki doğdun" denilerek anıldı.
Etkinlik, eşitlik ve özgürlüğün, barış ve umudun, devrimin şiirlerine bugün her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğunun ve hal böyleyken Nazım'ın, ölüm yıldönümünde bile olsa "iyi ki doğdun Nazım" diyerek anılacağının belirtilmesiyle başladı.
Nâzım’ın tepeden tırnağa insan, tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümit olduğunun vurgulandığı etkinlik, daha sonra şiir ve müzik dinletisi ile devam etti.
Maltepe’lilerin yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte sık sık "Komünist Nazım Aramızda"sloganı atıldı. Etkinlik müzik ve şiir dinletisinin ardından yapılan konuşmayla noktalandı.
(soL - Haber Merkezi)

24 Mayıs 2012 Perşembe

Söz sırası bilimden ve aydınlıktan yana olanlarda…

Marmara Üniversitesi’nde geçtiğimiz günlerde düzenlenen , “Bilim Türler Arası Evrimi Neden Kabul Etmiyor?” başlıklı, yaratılışçı bilim karşıtı sempozyuma tepkiler sürüyor.

Birçok bilim insanı ve aydının sert biçimde eleştirdiği ve bilimsel hiçbir yanının bulunmadığını söylediği panel geçtiğimiz günlerde düzenlenirken panele gösterilen tepkiden dolayı panelin yapıldığı salona sadece davetliler alınmıştı. Üniversite öğrencileri ve akademisyenler başta olmak üzere bilimden ve ilericilikten yana tavır alan herkesin eleştirdiği panel aynı zamanda üniversite bileşenleri tarafından da protesto edilmişti.

AKP iktidarıyla birlikte kadrolaşmanın arttığı ve karanlığın giderek yayıldığı bir dönemde yapılan bu tarz etkinlikler İslamcı düşüncenin geldiği noktayı açık biçimde gösterirken başta yapılan bu panel olmak üzere bu tarz etkinliklere geniş bir kesimin ortak olarak verdiği tepki de önemli bir noktada duruyor.

Muhalefet.org ekibi olarak gericiliğin bu denli pervasızca üniversiteler başta olmak üzere hayatın her alanında iktidar eliyle yürütüldüğü bir dönemde yapılan bu etkinliğin ne anlama geldiğini ve konjonktürel olarak nasıl değerlendirilmesi gerektiğini bilim insanları ve aydınlara sorduk.

Devrimci Karargah davası kapsamında uzun bir süre cezaevinde kaldıktan sonra geçtiğimiz günlerde özgürlüğüne kavuşan Bilim ve Gelecek Dergisi Editörü Baha Okar, Türkiye’de ilk defa düzenlenen Evrim sergisi düzenleyicilerinden DüşünBil Dergisi Editörü Olcay Yılmaz ve ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu Yönetim Kurulu Üyesi ve Evrim Ağacı İdari Sorumlusu Çağrı Mert Bakırcı konuyla ilgili görüşlerini bizlerle paylaştı. Üçünün de ortaklaştığı nokta evrim karşıtlığının bilimsel bir kılıfla sunulamayacağı olurken yaşanan sürecin iktidarın yarattığı gerici ve baskıcı ortamla paralel olarak ilerlediği vurgulandı. Gerici bir yönelime hizmet etmek amacıyla düzenlenen evrim karşıtı panelle ilgili görüşler şu şekilde dile getirildi:

Baha Okar (Bilim ve Gelecek Dergisi Editörü)

Geçtiğimiz günlerde Marmara Üniversitesi'nde bir öğrenci kulübü "Bilim türler arası evrimi neden kabul etmiyor?" başlığıyla bir sempozyum düzenledi. Önce sormak lazım, hangi bilim bu? Genetik bulgularla ve yeni verilerin sınamasıyla birlikte, bilim çevreleri tarafından evrim, daha da sağlamlaşan bir kuram olmanın yanında, günlük yaşamımıza giren bir olgu olarak kabul ediliyor çoktan beri. Pek çok ülkedeki ciddi bilimsel akademilerin, bilim insanlarının imzasıyla yayınlanan bildirilere dayanarak söyleyebiliriz bunu.

Evrimi kabul etmeyen "bilim", Bilim ve Gelecek'in geçen sayılarında göstermiştik, inlerle cinlerle uğraşan "hocanın ilmi"dir, Harun Yahya'nın çakma fosilleridir. Bunları genel olarak dinsel düşünce kapsamında görebiliriz ancak. Dinsel düşüncenin dünyanın güneş etrafında döndüğünü kabul etmesi de 400 yıl sürmüştü. Çok değil, ancak 30 yıl önce Hıristiyan Kilisesi resmen Galilei'nin haklılığını teslim edip itibarını iade ettti. Birkaç yıl önce de Anglikan Kilisesi evrim teorisine karşı tavrı için Darwin'den özür diledi. Bu böyledir, bilimsel düşüncenin karşısında dinsel dogma başta direnç gösterir, sonra kendini revize eder, nihayet kırılır. Yaratılışçılar dinsel düşüncelerini bilimin karşısına koyarak gerçekte kendi inançlarına zarar verdiklerinin farkında değiller.

Ancak şunu da belirtmek lazım ki, bugün yaratılışçıların esas düşünsel kaynağı İslam ya da Kuran değildir. İslami esaslara dayanan bir devlet olan İran'da okullardaki evrim eğitimi Türkiye'dekinden daha ileridedir. Bunların şimdiki kaynağı ABD'deki yaratılışçı enstitüler; maddi ve düşünsel kaynakları orasıdır. Amerika'da yaratılışı okul müfredatlarına sokamayınca bilimsel bir kisveye büründürdüler, Adem ile Havva'dan geldik savıyla bilimsel gelişmeler karşısında duramayınca yaratılış inancını revize ettiler. Ortaya akıllı tasarım, tür içi evrim gibi şeyler çıktı. Daha da çıkar.

Türkiye için ise; bu bir öğrenci kulübünün, bir üniversite kulübünün yediği halt değildir, bir devlet politikasıdır. 80 darbesinden sonra evrim kuramı, öğrencileri inançsızlığa götürüyor, marksist yapıyor diye lise eğitiminden yavaş yavaş silinmişti. Abartmışlar, tek başına evrim insanı inançsız ya da Marksist yapmaz. Ama değişimi ve maddi dünyanın değişimindeki yasaların yine maddi dünyada olduğunu anlamak, insanın özgürleşmesinde, devrimcileşmesinde önemli bir eşiktir. 80 sonrasında ağır bir dincileşme yaşandı ve bunun eğitimdeki ayağıyla sürüleşmiş genç kuşaklar yaratmak hedeflendi. O zamanlar solcu, demokrat, ilerici öğretim görevlilerini üniversitelerden kazımışlardı. Bugünkü evrim karşıtı sempozyumun profesörlerine bakın, adlarını o günlerde solculardan boşalan üniversite kadrolarını doldurarak akademik kariyerini ilerletenlerin arasında bulacaksınız.

Bu süreç inişli çıkışlı ilerlemiş, AKP hükümeti döneminde tepe noktasına ulaşmıştır. Varılan nokta, okullarda piyasanın ihtiyacına göre ve gerektirdiği kadar bilimdir. Arzuladıkları, teknoloji kullanımında ve işletmecilikte cin gibi, ama dünya meselelerinde alıklaşmış bir üniversite gençliğidir. Amaçlarına büyük ölçüde ulaştıkları kesin; ama artık işlerin de tersine dönmesinin vakti gelmiştir. Umudum budur.

Olcay Yılmaz (DüşünBil Dergisi Editörü) 


16 Mayıs 2012 tarihe bilim karşıtlığının karanlık günü olarak geçecektir. Bu günden sonra artık Türkiye’de bilim eskisi gibi olamayacaktır. Peki, bu duruma nasıl geldik ve neden bu olayları yaşıyoruz? Yüzyıllardan beri bilimin yeni buluşları bazı insanları rahatsız etmiştir. Çünkü bu insanlar sıkı sıkıya bağlandıkları dini inanışların etkisi altındadır ve bu etkinin dışında, dışarıdan herhangi bir düşünceye veya olguyu kabullenemezler. Din bu insanların adına konuşur ve kişi ortada yoktur. Oysa yaşamda her şey değişmekte ve bu değişim diyalektik olarak sürmektedir. Dini söylenceler sözlü olarak aktarıldığında bu söylencelerin unutulması kolaydır. Oysa din olgusu kitaplaştırıldığında bu kez karşımıza değişmez ve sorgulanamaz olgular ağı çıkmaktadır. Ancak yeni bulgulara açık olmayan topluluklar bir süre sonra yeni olguların ağırlığı altında boğulmaya başlar. Komik duruma düşer. Nitekim Avrupa’da böyle komik olaylar yaşanmıştır. Dünyanın düz olduğunu düşünen ve bu düşünceyi kutsal kitaplar aracılığı ile desteklemeye çalışanlar bilimin yeni bulguları karşısında geri adım atmış ancak komik bir duruma düşmekten de kendilerini alamamışlardır. Dindar insanlar bilime barışmak zorundadır. Bir ülke olarak aynı gemide yol alıyorsak birbirimizi anlamakla kalmamalı dışarıdaki bilimsel gelişmeleri de hep birlikte takip etmeliyiz. Bir olgunun din ile uyuşmaması doğal bir durumdur. Bizler 1000-2000 yıl önceki yaşam biçimiyle bu gemiyi hareket ettirmeye kalkarsak, bütün eylemlerimizi, düşüncelerimizi bu yaşam biçimi ile belirlemeye kalkışırsak o zaman birileri gelip bizleri özgürlük adı altında değiştirmeye kalkacaktır. Dinin dışında da güzel, ahlaklı, tutarlı yaşam biçimlerinin var olduğunu özellikle bilimsel bulguların bu yaşam biçiminin sonucu olarak ortaya koyulduğunu ve bu bilimsel bulguların hepimizin yaşamı için olduğu kabullenmemiz gerekir. Din adına konuşan ve kendilerine bilim insanı diyen hocaların da buna öncülük etmeleri gerekir.
Biz bu bilim insanlarını bilimle barışmaya çağırıyoruz. Evrim biyolojik ve tarihsel bir gerçektir. Evrim birilerinin dediği gibi: “ateist ve din karşıtlarının bilimsel bir kılıfla insanlara sundukları bir safsatanın adı”  değildir. Evrim olgusunun adı olsa olsa bilimi onaylayamayan insanların bilimsel gelişmeyi yakalayamamasının adı olabilir. Dünyaya düz diyenler de bilim insanlarını bu silahla vurmaya çalıştılar. Biyolojik bir olgunun sırf dini değerlere uymuyor diye yadsınması ve saldırıya uğraması bütünsel anlamda bir bilim karşıtlığını da beraberinde getirmektedir. Moderniteyi örnek alan bir iktidarın döneminde modern bir olguyu yok sayan bir sempozyumun yapılması bilimin düzeyeni ve niteliğin düşüreceği kanısındayız. Buradan açıkça ve net olarak söylüyoruz: Evrim, din karşıtlarının bilimsel bir kılıfla insanlara sundukları bir safsatanın adı değildir. Yani bu durum ortalama yaşam süresi 70 olan bir insana  “hadi evrimleş de göreyim” demek gibi komik ve düzeysiz bir yakıştırmadır. Batı dünyası bugün dini değerler ile bilimsel değerler arasında çatışma görmüyorsa demek ki sorun din değildir. Peki, sorun nedir?


Çağrı Mert Bakırcı (ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu Yönetim Kurulu Üyesi ve Evrim Ağacı İdari Sorumlusu)

Bilim dışı kaynaklarca Marmara Üniversitesi’nde düzenlenen Evrim Karşıtı etkinliğin bilim insanları tarafından engellenmeye çalışılmasının “bilimsel özgürlüğe set çekmek” olarak değerlendirenler olmaktadır. Elbette ki bilim özgürdür, kimse aksini iddia edemez. Ancak söz konusu tercih bilim ile bilim-dışı arasında ise, test edilebilir ile test edilemez arasında ise, gerçeklerle inançlar arasında yapılacak ise, Antik Yunan'dan bu yana varlığını sürdüren ve binlerce yıl içerisinde milyonlarca kişiye doğa bilimlerini öğretmekle yükümlü olan Akademi'nin (üniversitelerin) tarafı, açık bir şekilde bilimdir, test edilebilirdir, gerçeklerdir. Hep böyle olmuştur ve böyle olmalıdır da. Yaratılış (veya Akıllı Tasarım gibi kılıfına uydurulmuş diğer versiyonları), şahsi ve güvenilmez inançlardan fazlası olmadığı gibi, hiçbir açıdan bilimsel değildirler. Bu sebeple Akademi içerisinde şahsi görüşlerin, doğa dışının, doğa üstünün yeri yoktur, olmamalıdır da. Marmara Üniversitesi, "özgür bilim" kisvesi altında çok ciddi bir bilim suçu işlemekte, bilimi ayaklar altına almaya cüret etmektedir. Bundan derhal vazgeçilmesi şarttır ve bu üniversitenin (ve benzerlerinin) idari birimlerinden öğrencilerine kadar bilimin, bilimsel gerçeklerin, bilimsel araştırmanın, bilimsel metodun ne olduğunun öğretilmesi elzemdir. Evrim (türler arası değişim), tıpkı Evren içerisinde cisimlerin birbirine doğru hareket etmesi gibi bir doğa yasasıdır. Bu yasayı açıklayan Evrim Kuramı, modern bilimin sahip olduğu en güçlü açıklamalardan biridir. Evrimsel Biyoloji dahilinde türleşme, gerek canlıların doğal ortamlarında (bkz: Balyaev’in Tilkileri, Türkiye’deki Spalax cinsi farelerin evrimi ve daha yüzlercesi), gerekse laboratuvar ortamında (bkz: Lenski Deneyi, Endler Deneyi, Dobzhansky Deneyleri ve daha yüzlercesi) gözlenmiştir. Fosil kayıtların tamamı, canlılar arasındaki kademeli geçişi göstermektedir. Ancak Evrim bir ördeğin bir timsaha dönüşüvermesi olarak, ara türler timsah ile ördeğin karışımı olan hayali bir “timdak” olarak, türleşme ise günaşırı olan bir dönüşüm olarak algılanırsa ve bu şekilde lanse edilirse, ne bilim üretilebilir ne de o ortamda bilimden bahsedilebilir. Evrim bu değildir, türleşme bu şekilde olmaz. Marmara Üniversitesi'nin gerici ve bilim dışı zihniyeti, bilimsel gerçekleri değiştirmeye yetmeyecektir.
Marmara Üniversitesi, yaptığı bu bilim dışı, sahte bilime dayanan etkinlikle yalnızca kendi aklındaki zavallı, çarpık, modern bilimle alakası olmayan, Evrimsel Biyoloji’nin içerisinde asla yeri olmamış ve olmayacak olan, sancılı bir hayal ürününü çürütebilmiştir. Zira bahsedilenin Evrimsel Biyoloji ile uzaktan yakından alakası yoktur. Burada biz bilim insanlarının savunduğu, insanların bir şeylere inanıp inanmaması değil, şahsi inançların ve bilim-dışı iddiaların Akademi'ye girmesindeki yanlışlıktır. Bunun da altının çizilmesi gerekir. Bu sebeple aklı başında, herhangi bir dine veya inanca mensup, bilimsel düşüncenin üstünlüğünden nasibini almış her birey, Marmara Üniversitesi’ndeki bu bilim dışı olaya karşı olmalıdır.
Foto: Bilim ve Gelecek Dergisinden alınmıştır.
 (muhalafet.org)

15 Mayıs 2012 Salı

Meğer bizim polisler, o puşiyi konuşturmuş!

Çok biliniyor ama, cuk oturduğu için bu fıkrayı anlatmam lazım:
Çeşitli ülkelerin polis teşkilatlarının yeteneklerini kıyaslamak için yarışma düzenlenir. Afrika’da bir ormana götülür Türk, İngiliz ve Alman polis ekipleri. Bir aslan kafesten çıkarılıp ormana salınır, ekipler 24 saat sonra aslanın peşine düşerler. Ve fakat, bir türlü yakalamayı beceremezler. Önce Alman, sonra İngiliz ekip pes eder, “yok” derler, “yakalayamadık.” Türk ekibi ise azimlidir, pes etmez. Günler sonra, elinde bir kafeste bir maymunla çıkar gelir. Herkes şaşkın anlamaya çalışırken, Türk ekibinin başındaki amirin maymuna “Konuş ulan” demesiyle maymun “Abi vallahi ben aslanım, şerefsizim ben aslanım” der.
Nerden çıktı şimdi bu demeyin... 2 yıl içeride tutulduktan sonra tahliye edilen Cihan Kırmızıgül hakkında, beklenmedik ve sinir bozucu biçimde, 11 yıl 3 ay hapis cezası kararı verilince, birileri yine “olay puşi değil” yaygarası başlattı.
Malûm, dava kamuoyunca “puşi davası” olarak biliniyor. Çünkü Kağıthane’de bir grup, BİM’e molotof kokteyli attıktan sonra polis ekipleri bir otobüs durağı yakınında Cihan Kırmızıgül’ü gözaltına aldığında, Cihan’ı ele veren ayrıntı beline taktığı “puşi”. Bu yüzden öteden beri bu davaya “Herkes puşi takıyor, suç kanıtı mı yani puşi takmak” diye itiraz ediliyordu.
Fıkrayı niye anlattım... 2 yıl yargılanıp tahliye edilmiş Cihan’a 11 yıl 3 ay hapis cezası verilince, davayı biraz daha yakından incelemeye karar verdim.
Ve iddianamede (No: 2010/167), aslında hepimizin nasıl yanıldığını ortaya koyan o ifadelere rastladım. “Herkes puşi takıyor, suç kanıtı mı yani puşi takmak” diyen hepimiz, Türk polisinin yeteneklerini küçümsemiş, fena halde faka basmışız!
İddianamenin 1. kısmında olay anlatılırken şöyle deniliyor:
“Şüphelinin üst aramasından elde edilen puşi tabir edilen bez parçasının yapılan incelemesinde; PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne müzahir kitle tarafından gerçekleştirilen molotof kokteylli korsan gösteri, araç kundaklama vb. eylemlerde şüphelilerin tanınmamak için yüzlerini kapatmakta kullandıkları puşi olduğu...”
Yaa... Polis puşiyi incelemiş, bu puşinin “o puşi”, eylemlerde “teröristlerin yüzlerini kapattıkları puşi” olduğunu anlamış.
“Yahu nasıl anlar, puşi puşiye benzer” demeyin.
Türk polisi bu... Konuşturmuştur puşiyi!
(Yiğit Günay - soL Portal)

13 Mayıs 2012 Pazar

Futbolda gerilim, şiddet ve düşmanlığın sorumlusu kim?


Futbolda geçmişte de olan çirkinlikler bu yıl daha da katlandı ve dün oynanan son maçta zirveye çıktı. Farklı takım taraftarlarının birbirlerine olan düşmanlıkları tavan yaparken, maç sonrası Kadıköy'de eşi görülmedik bir polis şiddeti yaşandı. Peki yaşananların sorumlusu kim?
Dün Kadıköy'de oynanan (!) Fenerbahçe Galatasaray maçı, bir futbol maçından daha çok bir savaşı andırdı. Maçın öncesinde ve sonrasında büyük olaylar yaşandı. Karşı takım taraftarları Türkiye'nin dört bir yanında birbirlerine girdi, çıkan olaylarda bıçaklananlar oldu. Maçın bitiş düdüğü ile birlikte çevik kuvvet ekipleri sahaya girdi ve Galatasaraylı oyuncular ile teknik heyetin etrafını sardı, herkes gerilimin patlama noktasına geldiğinin farkındaydı. Maçın bitiminin ardından stadyumdaki on binlerce kişiye polis gaz bombaları yağdırdı. Sözde "güvenliği sağlama" ve "taşkınlık yapan fanatikleri engelleme adına" on binlerce kişinin hayatları tehlikeye atıldı. Tanıkların anlattığına göre, gazdan etkilenerek stadı terk etmek isteyen binlerce kişi merdivenlerde birbirlerini ezdi. Maç sonrasında olaylar nedeniyle saatlerce kupa töreni yapılamadı, Galatasaraylı oyuncular sahayı hızlıca terk edip soyunma odasına gitmek zorunda kaldı. Kupanın sahada verilip verilmemesi inatlaşmaya dönüştü. Önce Valilik ve Emniyet kupanın sahada değil, soyunma odasında verileceğini söyledi, sonrasında Galatasaray yöneticileri Başbakan Erdoğan ile görüştü ve Erdoğan kupanın verilmesi için Vali ve Emniyet'e talimat verdi. Basın emekçileri kendilerine yönelen kör öfke nedeniyle bir süre basın odasına sığınmak zorunda kaldı. Kupa töreni inatlaşması sürerken Kadıköy sokaklarında ve Türkiye'nin dört bir yanında gerilim ve şiddet vardı.
Sahada oynananın ise futbol olduğunu söylemek imkansızdı. Tıpkı saha dışındaki düşmanlık gibi saha içinde de oyuncular birbirlerine sanki düşmanmış gibi davrandılar.
Basın bu çirkinliklerin küçük bir bölümünü gösterdi, yaşanan büyük polis şiddeti gerçeğine ise ağır bir sansür uygulandı.
Peki tüm bu çirkinliklerin sorumlusu kim?
dun-ic-1.jpg
Şike soruşturması futboldaki pisliği katladı
3 Temmuz 2011'de Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım ve birçok kulüp yöneticisi ve futbolcunun gözaltına alınması ile başlatılan şike soruşturmasının ardından, zaten var olan gerilim daha da tırmanmaya başladı. Kimsenin şike yapıldığı iddiasına şaşırdığı yoktu. Hemen herkes, futbol piyasasında dönen büyük paraları, bu alanda büyük patronların, mafyatik grupların ve siyaseti özel çıkarları için kullananların egemenliğini bildiği için kimse "şike olmamıştır" demiyordu. Ancak bilinen başka bir şey daha vardı, şike soruşturmasını başlatmış olan özel yetkili savcılıklar siyasi iktidarın mutlak kontrolü altındaydı. Sahte-üretilmiş kanıtlar, hukuk dışı suçlamalar, tutarsız iddianameler, yasa dışı dinlemeler ve medyaya servis edilen polis-savcılık kaynaklı haberlerle siyasi iktidarın birçok alanı ele geçirdiği ya da kendi istediği hizaya çektiği bilindiği için çoğu kişi yapılan soruşturmanın basit bir şike soruşturması olmadığı görüşündeydi. Birçok kişi, milyar dolarların döndüğü bir sektörde siyasi iktidarın kontrolünü arttırmaya çalıştığını düşünüyordu. Nitekim, "futbol sadece futbol değildir" sözü yaygın kabul gören bir sözdü.
Siyasi iktidarın şike soruşturmaları ile başlayan süreçteki rolü çokça tartışılırken, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar Ocak 2012'de "şampiyonluk kupasını Trabzon'a getirmek için ince ayarlı bir çalışma yapıyoruz" bile diyebildi.
Fenerbahçe dışında Beşiktaş ve Trabzonspor da dahil olmak üzere birçok kulüp soruşturmaya dahil edilmişti ve adalet duygusunun ne durumda olduğunu gösterir biçimde farklı takım taraftarları kendi kulüplerinin değil diğer takımların şike yaptığını iddia ediyor ve kendilerinin değil diğer takımların küme düşürülmesi gerektiğini söylüyordu. Bu tartışmalarla gerilim giderek tırmandı.
Medya birden Aziz Yıldırım'ın NATO müteahhidi olduğunu, büyük serveti olduğunu keşfetti ama nedense tüm kulüp yönetimlerinin ve elbette Türkiye Futbol Federasyonu'nun Aziz Yıldırım gibi büyük patronlardan oluştuğu yazılmıyordu. Dönemin TFF Başkanı olan Mehmet Ali Aydınlar
milyar dolar cirosu olan Acıbadem Hastanesi'nin sahibi ve TÜSİAD üyesiydi. Şike soruşturmasında adı geçen ama tutuklu yargılanmayan Göksel Gümüşdağ Küçükçekmece Belediye Meclisi'nin AKP'li üyesiydi ve Emine Erdoğan'ın kuzeni ile evliydi. Koç ve Sabancı da TFF Yönetim Kurulu'nda temsil ediliyordu. Tıpkı futbol kulüplerinde olduğu gibi TFF Yönetim Kurulu'nda da sporcu kökenli biri bulmak neredeyse imkansızdı. Büyük servetleri olanlar bu kurullarda yer alıyordu.
Şike soruşturması ile birlikte TFF Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne gitmesine izin vermeyince Fenerbahçe Acıbadem Hastanesi ile yani Aydınlar ile olan sponsorluk anlaşmasını da iptal etti.
Aydınlar istifa ettikten sonra basında Aydınlar'ın Fenerbahçe'ye 100 milyon dolar bağışlayacağı ve kulübe başkanlık için adaylığını koyacağı iddiası yansıdı. İddianın doğru olup olmadığından öte, adaletin değil paranın egemenliğinin işaretiydi bu iddialar.
Nitekim Aydınlar'ın ardından Demirören Holding'in sahibi Yıldırım Demirören TFF Başkanlığı'na geldi. Demirören TFF Başkanlığı öncesinde Başbakan Erdoğan'ı da ziyaret etmeyi ve icazet almayı ihmal etmedi. Beşiktaş Kulübü'nü yüz milyonlarca dolar borç ile bırakan Demirören, şimdi TFF'nin başındaydı. Demirören'in başında olduğu TFF'nin kararları da gerilimi ve şiddeti azaltmak bir yana tırmandırdı.
Digitürk rahatsız olunca Play Off sistemi uyduruldu! Gerilimin patlayabileceği umursanmadı
Şike soruşturması ve bazı kulüplerin küme düşürülebileceği konusunda dile getirilen iddialar ve süren belirsizlik yayıncı kuruluş Digitürk'ü rahatsız etmişti. Digitürk'ün yayın ihalesini iptal edebileceği konuşuluyordu. Bunun üzerine Kulüpler Birliği ve TFF Ağustos 2011'de ligde play off sistemine geçiverdi. İlk dörde giren kulüpler birbirleri ile maç yapacaklar ve toplam 12 büyük maç ile Digitürk büyük gelir sağlayacaktı. Kimsenin artan gerilimin play off maçlarında zirveye çıkacağı ve büyük olaylar yaşanabileceği ihtimalini umursadığı yoktu. Önemli olan yüz milyon dolarlardı, gerisinin önemi yoktu.
Nitekim öyle oldu, basına yansıyan haberlere göre Digitürk başta dünkü maç olmak üzere "Süper Final" maçlarında rekor gelir elde etti. Decoder satışları patladı, reklamlardan on milyonlarca lira kazanıldı.
Gerilimin tırmanması Digitürk'ün işine gelmişti, gerilimin zirveye çıkması Digitürk'ün gelirlerini de zirveye çıkardı.
Şike soruşturması iktidar bloğundaki çekişmenin bile konusu oldu!
Şike soruşturması sürerken AKP'nin yeni bir "şike yasası" hazırlanması ve Meclis'ten geçirmesi, iktidar bloğunun bileşenlerinden Gülen Cemaati ile AKP arasında açık bir çekişmeye konu oldu. Aralık 2011'de günlerce Gülen Cemaati'ne yakın medya kuruluşları ve kalemlerle, AKP'ye daha yakın gazete ve kalemler yeni "şike yasası" üzerinden ciddi bir sürtüşme yaşadı. Sonrasında bu sürtüşme MİT krizi ile bir kez daha gün yüzüne çıktı. Bu sürtüşmelerde asıl gün yüzüne çıkan ise, AKP ve Gülen Cemaati'nin özel yetkili savcılıklar ve mahkemeler üzerinde mutlak kontrolü idi. Herkes bunu bilerek tartışıyordu. Bu durumda şike soruşturmasının "temiz futbol" ve "adalet için" yapıldığına kim insanları inandırabilirdi ki!
dun-son.jpg
Peki bundan sonra ne olacak?
Digitürk dün decoder satışlarından ve reklamdan rekor gelir elde etti ancak daha önce de futbolda olan şiddet, gerilim, ırkçılık, düşmanlık bu yıl tavan yaptı. Afrikalı bir oyuncuya "pis zenci" dendi, edilen küfürler ve sahaya yağan yabancı maddelerden sahalar defalarca seyirciye kapatıldı, insanlar birbirlerini bıçakladı, bu şiddete bir de dün Kadıköy'de büyük bir polis şiddeti eklendi.
AKP elini attığı her alanda olduğu gibi futbolda da rant yarışını, adaletsizliği, nefreti, ırkçılığı, düşmanlığı arttırmış oldu.
Futbol, siyaseti çıkarlarına alet edenlerin, büyük patronların, mafyatik grupların at oynattığı bir alan olmaya, tribünlerde ırkçılık ve küfür mazur görülürken, emekten ve barıştan yana sesler "marjinal" ve "terörist" ilan edilmeye devam ettikçe futbolda gerilimin katlanarak devam etmesini tahmin etmek güç değil. Dün yaşanan bıçaklama ve linç vakalarının ise daha büyük çaplı ve kanlı olaylara dönüşmemesi ise işten bile değil.
(soL - Spor)

11 Mayıs 2012 Cuma


Puşe giydiği için 25 ay hapiste tutulan sonradan tahliye edilen
ama yinede zevk alamayan hükümet 11 yıl 3 ay ceza ile yargılamaya
çalıyor. Tekrar ve tekrar söylüyoruz CİHAN KIRMIZIGÜL'E ÖZGÜRLÜK!

Cihan'a 11 yıl 3 ay hapis cezası


Puşi davasında yargılanan ve geçtiğimiz duruşmada serbest bırakılan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’e toplamda 11 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Davanın "puşi davası" olmadığını söyleyenler, bir bez parçası olarak tarif ettikleri puşiye el koyma kararı verdiler.
Hakkında puşi dışında hiçbir “kanıt” gösterilemeyen Cihan Kırmızıgül’e 3 ayrı suçlamadan toplamda 11 yıl 3 ay hapis cezası verildi.
Mahkemenin Cihan Kırmızıgül hakkında verdiği kararlar şöyle:
-Cihan Kırmızıgül’ün PKK üyesi olmadığı ancak örgüt adına eylem yaptığı belirtilen kararda, 20 Şubat 2010 tarihinde Cihan Kırmızıgül’ün örgüt çağrısıyla eyleme katılıp Molotof kokteyli attığı iddia edilerek, bundan dolayı 7 yıl 6 ay hapis cezasına karar verildi. Ancak kararda, verilen cezanın Kırmızıgül’ün mahkemedeki iyi hali göz önüne alınarak 6 yıl 3 aya indirildiği ifade edildi.
-Olay tarihinde Cihan Kırmızıgül’ün patlayıcı madde olan Molotof kokteyli atması dolayısıyla ve bunu örgüt adına yaptığı iddiasıyla, mahkeme tarafından 5 yıl hapis cezasına karar verildiği belirtilirken, Kırmızıgül’ün iyi hali dolayısıyla bu cezanın da 4 yıl 2 aya indirildiği belirtildi.
-Cihan’ın BİM adlı markete Molotof attığı iddiası ile 12 ay hapis cezası almasına karar verilirken, bu ceza 10 aya indirildi. Hatırlanacağı üzere Kırmızıgül’ün avukatları ısrarla kamera görüntülerine bakılmasını talep etmiş ancak mahkeme bu talebi sürekli olarak reddetmişti.
- Cihan Kırmızıgül’ün eyleme katıldığına dair tek kanıt olarak sunulan puşiye ise, bez parçası denilerek el konuldu.
Yargıtay kararı onarsa Cihan 6 yıl 4 ay hapis yatacak
25 ay tutuklu yargılanan Cihan Kırmızıgül hakkında verilen karar şimdi temyiz için Yargıtay'a gidecek. Yaklaşık bir buçuk yıl içinde karar vermesi beklenen Yargıtay kararı onarsa, Cihan'ın aldığı hapis cezasında dörtte bir oranında indirime gidilecek ve Cihan'ın cezası 8 yıl 5 ay olarak kesinleşecek. Cihan yargılandığı süreç içinde 25 ay tutuklu kaldığı için 6 yıl 4 ay daha cezaevinde kalacak.
Yargıtay kararını açıklayana kadar Cihan serbest olacak.
Hocaları ve arkadaşları Cihan'ı yanlız bırakmıyor
Cihan Kırmızıgül'ün arkadaşları ve hocaları bugün de Adliye önündeydi. Kararın açıklanmasının ardından Cihan Kırmızıgül ve avukatlarının da katılımı ile Adliye önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Açıklamayı yapan Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Mehmet Karlı, “Bugün burada, Çağlayan’da, bizimle ve gerçeklerle dalga geçildi. Ama biz korkmayacağız. Cihan aramızda olacak. Biz ayrıcalık değil adalet istedik. İstemeye devam edeceğiz. Özgür Türkiye için mücadele edeceğiz" dedi. Basın açıklaması sırasında Cihan'ı yanlız bırakmayanlar "kavga bitmedi daha yeni başlıyor", "baskılar bizi yıldıramaz" sloganlarını attılar.
Mehmet Karlı: Biz hata yaptık dememek için çocuğun hayatı ile oynadılar
soL'a açıklama yapan Mehmet Karlı "Kararı açıklamakta zorlanıyorum. Cihan geçen duruşma tahliye edilmişti. Duruşmada iki farklı yargıç vardı ve onlar tutukluğu sonlandırmıştı. Mahkemenin diğer üyeleri, ortada delil olmamasına rağmen, 11 yıl 3 ay hüküm verdiler. Bir savcı 45 yıl istedi, diğer bir savcı beraat istedi, Cihan bu çelişkilerle 25 ay tutuklu kaldı. Ortadaki çelişkiler vehameti gösteriyor. Tek bir delil yok. Biz hata yaptık dememek için çocuğun hayatı ile oynadılar. Buna engel olacağız. İnsanları bir yere kadar korkutabilirler ama yılmayacağız, mücadele etmeye devam edeceğiz" dedi.
Dink davasındaki skandal kararı veren hakim yine işbaşında!
Dink davasında, "örgüt yok" kararı ve Erhan Tuncel'in de içinde olduğu birçok şüpheli hakkında beraat kararı veren İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi hakimi Rüstem Eryılmaz, Cihan hakkında 11 yıl 3 ay ceza kararına imza attı.
(soL - Haber Merkezi)

10 Mayıs 2012 Perşembe

ODTÜ'lüler 'Devrim' yazdı



Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nin bahar şenlikleri zamanı her sene yazılan geleneksel "Devrim" yazısı, bu sene stadyumda binlerce öğrencinin ve emekçinin katılımı ile yazıldı. Direnişteki Togo işçileri de Devrim yürüyüşünde yerlerini aldılar.
Her sene bahar şenliklerinde Fizik Bölümü'nün önünde toplanarak kortejler halinde stadyuma bir yürüyüş düzenleyen ODTÜ öğrencileri ve emekçiler, bu sene de geleneği sürdürdüler.
Toplanma yeri olan Fizik Bölümü'nde devrim ve sosyalizm mücadelesinde hayatını kaybedenler için yapılan saygı duruşunun ardından stadyuma doğru yürüyüşe geçen ODTÜ'lüler, yürüyüş boyunca sık sık "Gelenek sürüyor ODTÜ yürüyor", "Yaşasın devrimci ODTÜ", "Yaşasın devrim ve sosyalizm" sloganlarını attılar. TKP'li Öğrenciler de, faşizme karşı kazanılan Zafer Bayramı'nı hatırlatarak "Hitler'i ezdik, sıra Yanki'de" dediler.
Stadyuma mumlarla "Devrim" yazılmasının ardından, Şevval Sam sahne aldı.
100_2511.jpg
100_2492.jpg
100_2488.jpg
100_2469.jpg